Amerika Merkez Bankası’nın faiz oranlarını bu yıl içerisinde en az iki kere yükselteceği beklentisi, büyük borsalara olan para girişinin devam etmesi ve küresel riskler gibi faktörler gelişen ülkelere duyulan ilginin sınırlı düzeyde kalmasına yol açacaktır. 2016 senesinde beklenmeyen risklerin ortaya çıkması dolayısıyla gözlenen aşırı hareketlilik yatırımcıların ilgi alanlarının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Bu durum, politika sahnesinde çalkantılar yaşayan Türkiye’nin ekonomisinin de kendi payına düşeni alacağı endişesini beraberinde getirmektedir. Kısa bir süre önce açıklamada bulunan kredi derecelendirme kuruluşu Fith Ratings, “Siyasi riskler ekonomik performansı, bankaların varlık kalitesini zayıflatabilir” demektedir.
Türk lirasının son dönemde maruz kaldığı kontrolsüz değer kaybı bazı sektörler açısından sevindirici gibi görünebilir fakat yurtdışı fonlamanın önemli paya sahip olduğu alanlarda borçlananların belinin bükülmesi, beklenmedik sorunlar doğurabilir. Kaldı ki, piyasaların en büyük korkusu belirsizlik (önünü görememek) ortamıdır.
Ülkede enflasyonun kura bağlı bir tırmanış sergilemesi halinde gerek konut gerekse bankacılık sektörleri, artan maliyetlerden olumsuz etkilenecektir. Türkiyenin yatırım notunun kötüleşmesi dış borçlara ödenen paraların artmasına yol açmıştı.
Euro Bölgesi ekonomisinin çektiği sıkıntılar ve Britanya’nın topluluktan ayrılması meselesinin doğurduğu korkular da Türkiye açısından önem arz etmektedir. Neticede Euro Bölgesi, Türkiye’nin ihraç ettiği ürünlerin en büyük pazarı niteliğindedir.
2016 yılında kamu tarafından verilen desteklerin bu seneyi nasıl etkileyeceğini görmek için bir süre daha beklememiz gereçecektir fakat şu aşamada en kritik konu anayasa çalışmalarının ne şekilde neticeleneceği ve yabancı yatırımların gelişmelere vereceği tepkidir.