Avrupa’yı etkisi altına alan kriz Avrupa Birliği üyelerinin hak ettikleri konumdan daha geride kaldıklarının ortaya çıkmasıyla tetiklenmiştir. Hükümetler, bir ayağı çukurda olan finansal enstitüleri kurtarabilmek ve yeni iş fırsatları yaratarak ekonomilerini canlandıra bilmek için yeni kaynaklar bulmak zorunda kalmışlardır. Kriz neticesinde Almanya’nın da dahil olduğu pek çok Euro Bölgesi üyesi Avrupa Birliğinin koymuş olduğu kuralları (bütçe açığının GSYH’nin %3 oranından fazla olmaması gereklidir) çiğnemek durumunda kalmıştır.
Kriz sürerken, Yunanistan gibi bazı ülkelerin saplandıkları borç batağından kurtulamayarak iflas etme tehlikesi ile burun buruna gelmeleri büyük endişelere neden olmuştur. Neticede bu durum ülkelerin borçlanma oranlarının artmasına ve krizin genişlemesine yol açmıştır. Bu sebepten dolayı Avrupa Birliğinin ilk hedefi bütçe açıklarının kontrol altına alınması olmuştur. Bunu gerçekleştirebilmek için de vergi artırımları ve harcama kesintileri uygulamaya konulmuştur. Alınan tedbirler ancak bütçe açıklarının kontrol altına alınmasına yetebilmiştir. Dağ gibi büyümüş olan borçların azaltılması ise şimdilik sözde kalmıştır.
Hükümetler tarafından gerçekleştirilen harcama kesintileri negatif ektileri de beraberinde getirmiştir; yerel talebin azalması, büyümenin yavaşlaması ve işsizlik oranın artması bu kesintilerin eseridir. Hem Uluslararası Para Fonu hem de Dünya Bankası hükümetlere büyümeyi tasarruflara kurban etmemelerini önermek durumunda kalmıştır.
Birleşik Devletler Hazine Bakanı Jack Lew da bu koroya yakın zamanda katılanlar arasında bulunmaktadır. Lew, Almanya’da düzenlenen bir basın toplantısında: “Uzun vade problemlerimiz ile mücadele ettiğimiz şu dönemde ekonomimiz deniz aşırı ülkelerde olan duruma hassas bir yapıda bulunmaktadır. Bu yüzden müreffeh bir Avrupa bizim için önemlidir” demiştir. Lew, büyük kapasiteye sahip olan ülkelerin yerel pazarlarını güçlendirerek ekonomik kalkınmayı artırmalarını istemektedir. Onun bu sözleri kendisine ev sahipliği yapan ve Avrupa’nın kurtuluşunun tasarrufla sağlanacağını savunan ülkeye de bir referans olmalıdır. Son açıklanan veriler Almanya’nın ihracat ve ithalat rakamlarının azaldığını yani ekonomik üretimin azaldığını işaret etmektedir.
Jack Lew, tüketime olan talebin ekonomik büyümenin ana motoru olması gerektiğini savunmaktadır. Almanya büyük ihtimalle onun bu sözlerine hak verse de, Avrupa ülkelerinin öncelikle kendi ekonomilerine çeki düzen vermesi gerektiğini düşünmektedir. Birleşik Devletler ve Japonya gibi ülkelerin izlediği modelleri de yakın zamanda mercek altına alacağız.