Japonya şu anda dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahiptir. Ülke ekonomisi gücünün büyük bölümünü dünya çapına yaptığı ihracattan almaktadır. Fakat, Japon ürünlerine olan talep bir süredir küresel piyasanın zayıflaması yüzünden baskı altında kalmaktadır. Bu baskı son yıllarda Japon yeninin güçlenmesi akabinde daha da şiddetlenmişti. Küresel finansal krizin en hararetli olduğu dönemde Japon yeni rekor seviyelerde güçlenmişti çünkü yen güvenli liman olarak kabul edilen para birimlerinden birsiydi. Avrupa’da patlak veren kriz de Japon yeninin aşırı değer kazanmasında rol oynayan faktörlerden birisi olmuştu. Bu durum doğal olarak Avrupa’nın Japon ürünlerine olan talebini de azaltmıştı. 2011 yılının Mart ayında yaşanan deprem ve tsunami felaketi ertesinde bile yen güçlü pozisyonunu korumuştu.
İktidar koltuğunun yeni Başbakan Shinzo Abe’ye geçmesinden sonra (aslında seçim sürecinde demek daha doğru olacak) Japon yeninin kaderi büyük ölçüde değişmiştir. Japon yeni, Kasım ayında Amerikan doları karşısında %22, Euro karşısında ise %23 oranında değer kaybetmişti. Shinzo Abe’nin piyasaya para pompalamak suretiyle ekonomiyi körüklemeye olan kararlılığı bu hareketin ortaya çıkmasındaki en temel etkendir. Japonya Merkez Bankasının deflasyonu bitirme ve enflasyonu %2 seviyesine çıkarma çabaları da bu süreci hızlandırmıştır. Bu gelişmeler neticesinde aynı süre zarfında Nikkei endeksi %40 artış göstermiştir. Japon yeninde yaşanan bu hızlı değişim sebebiyle ellerinde büyük miktarlarda yen tutan yatırımcıların diğer para birimlerine yönelmeleri de döviz piyasasını etkileyen faktörler arasında yerini almıştır. Fonların da bu değişime katılması hareketin bir çığ gibi güçlenmesine yol açmaktadır.
Japonya’dan açıklanan verilere göre bu senenin ilk çeyreğinde ülke ekonomisi %0.9 büyüme yakalamıştır; bu rakam yıllık bazda %3.5 oranına denk gelmektedir. Birinci çeyrekte Amerikan ekonomisi %2.5 büyüme yaşarken Euro Bölgesi %0.9 küçülmeye maruz kalmıştır.
Bu olumlu verilere rağmen Japonya yüksek işsizliğin pençesindedir. Japonya, buna ek olarak endüstriyel ülkeler arasında en büyük kamu borcuna sahip olan ülke konumundadır. Yaşlı bir topluma sahip olduğundan dolayı ülkenin vergi gelirlerinde daralma ve sosyal güvenlik harcamalarında (ve ayrıca emeklilik maaşlarında) artış gözlenmektedir. İş çevrelerinin yaptığı yatırımların birinci çeyrekte %0.7 oranında azalma kaydetmesi de iyileşme sürecinin geleceği açısında pek de parlak bir durum değildir.