Geçen hafta yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları Avrupa ekonomik uyumu ve bölge halklarının sosyal hakları açısından bir felaket olmaktan çok uzaktadır. Oy kullanma hakkına sahip olan bireylerin %43.1’i seçime katılarak AB fikrini destekleyen ve hükümette bulunan partiler lehine bir seçim yapmışlardır. Aslına bakarsanız, katılım oranı geçen seçime nazaran %0.1 artış göstermiştir. Bu durum bundan 70 yıl kadar önce özgürlükleri ve hakları için faşizme karşı savaş veren kişilerin demokrasiye duydukları coşkulu desteği de göstermektedir. Katılım oranları incelendiğinde büyük farklılıklar olduğu da gözlenmektedir. Oy kullanmanın zorunlu olduğu Belçika’da oran %90 seviyesinde iken, Slovakya’da %13 olarak gerçekleşmiştir.
28 üyesi bulunan Avrupa Topluluğu ülkelerinin politika koridorlarında alarm sinyalleri çalınmaya başlamasının nedeni birliğe soğuk bakan (veya İngiltere’de olduğu gibi topluluk ile bağlarını tamamen koparmak isteyen İngiltere Bağımsızlık Partisi) ve aşırı sağda bulunan partilerin güçlerini artırmalarıdır. Kemer sıkma politikalarından büyük hasar alan ülkelerdeki sol kanat partileri seçimlerde iyi bir performans sergilemişlerdir. Yunanistan’da ise gerek sol gerekse sağ kanadın hükümet partilerinin oylarını çaldıkları görülmektedir. AB karşıtı olanların sürekli ön plana çıkardığı konu topluluk vatandaşlarının üye ülkeler içerisinde istedikleri yerde çalışma özgürlüğüne sahip olmalarını sağlayan Roma anlaşmasıdır. Bu anlaşma beraberinde fakir doğu ülkelerinden Almanya, Fransa ve İngiltere gibi zengin batılı üyelere büyük kitleler halinde göçler gerçekleşebileceği ihtimalini de beraberinde getirdiği için halen tepki almaktadır.
Avrupa Topluluğu liderleri, bloğun önceliklerini ve yönünü yeniden belirleyecekleri konusunda söz vermektedir. İngiltere Başbakanı David Camero’a göre “Brüksel aşırı büyük, patronluk taslayan ve her işe karışan bir hale gelmiştir”. Avrupa Komisyonu önümüzdeki aylarda kendisini biraz hırpalanmaya hazırlamalıdır.