Britanya demokrasi tarihinin en büyük olaylarından birisinin ertesinde, insanların kendi özgür iradeleriyle yaptığı Avrupa Birliği’nden ayrılma isteğinin, gerçeğe dönüşmemesi düşünülemez. Yine de, hiç kimse İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin bir üyesi olarak kalmayacağı konusunda kesin konuşamamaktadır. Bunun nedenlerini sıralayalım:
Referandumun Yasal Bir Bağlayıcılığu Yok
Anayasal olarak, sonucun uyugulanması gibi bir zorunluluk söz konusu değildir. Yasal olarak bu referandum sonucu İngiliz Parlamentosu için sadece tavsiye niteliğindedir. Yani son söz Parlamento tarafından söylenecektir.
İngiliz Parlamentosu’nun Büyük Bölümü AB İçerisinde Kalınması Taraftarı
Parlamento üyelerinin çok büyük bir kısmı Britanya’nın Avrupa Birliği üyesi olası kalması taarftarıdır ve seçmenlerin “tavsiye”sini dinlememeye yeltenebilir. Şu anda Parlamento’nun üç üyesi ayrılmayı etkileyecek yasa tasarısında oy kullanmayı reddedeceklerini ilan etmişlerdir: İşçi partisi üyeleri David Lammy ve Catherine West ve Muhafazakar partiden kabine eski üyesi Kenneth Clarke. Bu rakam azdır fakat bu yönde karar alacakların sayısının artması bir çoğunluğun oluşmasının önüne geçecek hiçbir neden yoktur.
İskoçya Çıkışın Önüne Geçebilir
İskoçya, Britanya içerisinde kendi yönetimine dair önemli bir ağırlığa sahiptir ve yasa tarasırısının görüşülmesini engelleyebilir. İskoçya’da yönetimdeki İskoçya Ulusal Parti’si -İskoç halkının büyük bölümünün AB’de kalma istemesi dolayısıyla- bundan birkaç sene önce yapılan bağımsızlık referandumunu kaybetmişti. Diğer taraftan, anayasa uzmanı avukatlar İskoçya Parlamentosu’nun yasal bir engelleme yapamayacağı görüşünü desteklemektedir.
“Önemli Kesimler” Toplulukta Kalmaktan Yana
Britanyalı politikacıların, işadamlarının, sendika lidelerinin ve kamu yetkililerinin çoğu ülkenin AB dahilinde kalması fikrine destek vermekte ve geçen hafta yapılan referandumu İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük felaket olarak değerlendirmektedirler. Bu kişiler büyük olasılıkla kapalı kapılar ardında görüşmeler yapacak ve topluluktan çıkılmasını yavaşlatmaya veya durdurmaya çalışacaklardır. İş dünyasının tanınmış isimlerinden Richard Branson, Parlamento tarafından ikinci bir referanduma onay verilmesi için girişimlere başlamıştır.
Çıkış Yıllar Sürebilir
Sonuçların Cuma günü kesinleşmesinin hemen ertesinde anlaşılmıştır ki ayrılma yönündeki kampanyayı yürüten politikacılar prosedürün başlatılması konusunda aceleci davranmayacaklardır. Başbakan David Cameron, kendisinin bu konuda bir adım atmayacağını, bununla birlikte, Muhafazakar partinin yeni liderini seçeceği Eylül ayında görevinden yrılacağını ilan etmiştir. Bu toplantıda partinin başına geçen isim Avrupa Topluluğu’na Britanya’nın ayrılmak istediğini iletecek ve süreci başlatacaktır. Parti içerisinde ayrılmayı destekleyenler mevcut olsa da, görüş ayrılıkları fazladır. Yeni liderin bir genel seçim çağrısında bulunması muhtemeldir ve bu durumda AB içerisinde kalınmasını destekleyen İşçi partisinin iktidara gelmesi söz konusu olabilir.
Belirsizliğin Uzun Süre Devam Etmesi Ciddi Ekonomik Sonuçlar Doğurabilir
Referandumdan bu yana İngiliz sterlini ve hisse senetleri piyasaları keskin düşüşler yaşamıştır. Bazı ekonomistler gruptan ayrılmanın ciddi harcama kesintileri ve vergi artışına yol açabileceği uyarılarında bulunmaktadır. Bu süreçte alınacak ekonomik kararlar ülkeyi resesyona sürükleyebilir. Eğer korku uzun süren çıkış döneminin bir parçası haline gelirse, yeni hükümet bu süreci durdurmak zorunda kalabilir - hükümet, denediğini fakat süreçte başarısızlık yaşandığını ilan edebilir. Eğer bu açıklama referandum yapıldığı tarihten itibaren yeteri kadar uzun bir süre geçtikten sonra yapılırsa, daha kabul edilebilir bir hale gelecektir. Bu da yeni bir referandumun önünü açabilir.
Johnson ve Gove’un Gerçekten Kazanmak İsteyip İstemediğine Dair Şüpheler
Bahisçiler, David Cameron görevi bıraktıktan sonra koltuğa geçecek kişinin, ayrılma kampanyasının lideri Boris Johnson olduğunu düşünmektedir. Diğer taraftan, zaferin kazanıldığı anlaşıldığında sergilediği tavırlar sevinçten noksandır. Kendisi son günlerde düşük bir profil sergilemektedir. Johnson’un aslında referandumu az farkla kaybetmeyi arzuladığı spekülasyonları yapılmaktadır - böylelikle ülke AB içerisinde kalacak fakat kendisi AB karşıtı politikacılar arasından sıyrılarak ilk sırada yer alacaktır. Eğer amacı sadece rakiplerini geçmiş olmak ise artık muradına erdiğine göre koltuğu devir aldıktan sonra “imkansız” peşinde koşmayı bırakarak daha mantıklı bir yolda yürümeye başlayabilir.
Toplulukta Kalınması Taraftarları İşin Peşini Bırakmayacak
Oylamanın neticesi insanların hoşnutsuzluğuna ve (modern Britanya tarihinde eşi benzeri görülmemiş) demokratik bir karara isyan etmelerine yol açmıştır. Ülkenin birlik içerisinde yer almasını destekleyenler genel olarak daha başarılı bireylerde oluşmaktadır ve bu kişiler pasaportlarını kullanmaya veya mal varlıklarının başka bir seçmen kitleri tarafından risk altına sokulmasına hiç de istekli değildir. Oy oranları arasındaki farkın çok ufak olması da %1’lik bir değişimin bu kadar büyük bir karar için yeterli olmadığı fikrini kuvvetlendirmektedir. Demkokratik bir seçimin bu denli alışılagelmedik bir şekilde reddedilmesi ilginçtir. Öfkenin derecesi, ayrılık yönünde oy kullananların yaşlı kesimin çokluğu ve bazı kuvvetlerin yaptıkları hazırlıklar bir şekilde AB ile evliliğin devam etmesini sağlayacak yönde kullanılabilir.
Tek Başına Tango Olmaz
Birleşik Krallık’ın AB’den çıkması olasılığı tabi ki bir hayli yüksektir fakat bu işe bitmiş gözüyle bakılması da yanlıştır. İşin ilginç tarafı tüm gözlerin İngiltere üzerinde olmasıdır. Geri dönüşün olmayacayacağına karar verecek olan Avrupa’nın geri kalanı olmalıdır. Aslına bakarsanız Avrupa Projesi’nin kalibinde AB’nin çatırdadığına dair korkular yer almaktadır. Avrupalı liderlerin İngiltere referandumunun sonucunu kabullendiği gerçeği gözden kaçmamaktadır. Birleşik Krallık’ın 50nci maddeyi uygulamaya başlaması sonrasında AB’nin boşanma işlemlerini hızlandırmak için elinden geleni yapması belki de hiç yadırganmayacak.