Birleşik Krallık, etkileri kendi kıyılarının da ötesine taşabilecek, tarihi bir referanduma yaklaşırken dün gece son bir “Büyük Tartışma” ekranlara taşınmıştır.
Avrupa Birliği üyeliği üyeliğine karşı çıkanlar kampanyalarında demokrasi, bütünlük (sınırların tamamen ülkenin kendi kontrolü altında olması ve AB’den gelen göçün önüne geçilmesi), bağımsızlık ve umut gibi İngiliz değerlerini insanları etkilemek için kullanmaktadır. Bu sayede insanların topluluktan ayrılmanın İngiltere ekonomisine zarar vereceğini, pek çok istihdamın kaybolacağını, dışarıdan gelen yatırımların azalacağını ve Avrupa’yı ilgilendiren konularda alınacak kararlar üzerindeki etkinin kaybedileceğini söyleyenlere daha az kulak asacağını ümit etmektedirler.
Ayrılmayı savunanlar, İngiltere’nin dünyanın en başarılı ve en büyük ortak pazarının terk edilmesi sonrasında nasıl bir hayata sahip olunacağı konusunda herhangi gerçekçi bir görüş beyan edememişlerdir. Bu kişiler İngiltere’nin Avrupa Topluluğu’ndan ayrılması sonrasında bile ortak pazara erişim sağlayacak yeni anlaşmalar yapmak istemektedir (AB’nin serbest ticaret bölgesine katılmak için hem bloğa para ödenmeyi sürdürmesi hem de kurallarını tekrardan kabul etmesi gerekecektir - tabi karar mekanizmasındaki söz hakkına artık sahip olunamayacaktır). Kampanya liderleri ayrılık sonrasında nasıl bir göçmen politikası izleneceği konusunda da herhangi bir açıklamada bulunmamaktadır (İngiltere’ye gelen göçmenlerin yarısından fazlası topluluk haricindeki ülkelerin vatandaşlarıdır). Buna ek olarak, kendimizi ortaklarımızdan izole etmenin bizi nasıl daha demokratik yapacağını da açıklayamamaktadırlar. İngiltere zaten Schengen ülkesi değildir ve sınırları tamamen kendi kontrolündedir – üstüne üstlük bir adadır!
Londra eski valisi Boris Johnson’a göre Almanların (ve muhtemelen Avrupa Topluluğu’nun geri kalanının) İngiltere’ye gümrük vergisi uygulamasının “delilik” olacağını iddia etmektedir zira bu durum onların kendi çıkarlarına zarar verecektir. Johnson beğenmese de başımıza gelecek budur. Avrupa Birliği kuralları ortak olmayan bir ülke ile üye olan bir ülkenin aynı haklardan yararlanmasına karşı çıkacaktır. Kaldı ki, eğer bloğa para ödemeyi kabul etmeyen ve blok vatandaşlarına yerleşme ve çalışma hakkı tanımayan bir ülkeye bu tür büyük imtiyazlar tanırsanız hem politik geleceğinizi kaybedersiniz hem de başka ülkelerin de benzer bir talepte bulunmasının (AB’nin yıkılması sürecinin) önünü açarsınız. Avrupa Topluluğu -başta Almanya, İtalya, Fransa, Belçika ve Hollanda olmak üzere- buna izin vermeyecektir. İngiltere, diğerlerine örnek teşkil edebilir. Geçmişi biraz takip etmiş olanlar Yunanistan’ın -halkın onca itirazına rağmen- tasarruf tedbirlerini paşa paşa uygulamak zorunda kaldığını hatırlayacaklardır. O dönemde Avrupa Birliği, ortak para biriminin tehlikeye atılmasına izin vermeyeceklerini net bir şekilde ifade etmişti. Yunanistan ya kurallara uyacak yada Euro Bölgesi’nden (ve büyük olasılıkla aynı zamanda topluluktan da) çıkarılacaktı.
İngiltere bazı zamanlarda içe dönük olmaktadır fakat eğer ayrılığı savunanlar referandumdan galip çıkmaları halinde Cuma günü herşeyin aynı tas aynı hamam devam edeceğine inanıyorlarsa, çok büyk bir hayal kırıklığına uğrayacaklardır – çünkü topluluktaki diğer 27 ülke kendi çıkarlarını daha ön planda tutacaktır. Tabi övünülen “Avrupa hayali”nin tehlikeye atılması da cabası. Eğer Boris Johnson bunları anlamıyorsa, bir ahmaktan farkı yoktur. Eğer bu politik gerçekleri anlıyorsa, kendi fikirleri hakkındaki yorumu nedir?