Winston Churchill’in “Sıradan bir seçmen ile yapacağınız beş dakikalık tartışma demokrasiye karşı en iyi kanıttır” sözü demokrasiyi kısa ve basit bir şekilde betimlemektedir. Eğer yaşıyor olsaydı, Avrupa Birliği üyeliği gibi çok önemli bir konunun kaderinin referanduma götürülmesinden derin bir korku duyardı. Bu, insanların bu tip konularda karar vermemesi gerektiği yönünde algılanmamalıdır. Sorun büyük kesimlerin, böyle önemli bir konuda, doğru kararı vermesi için gereken eğitimin verilmesinin zorluğundan ileri gelmektedir.
Referandum ruleti oynamayı seçen bir sonraki Avrupa ülkesi İtalya’dır. Gelecek hafta gerçekleştirilecek referandumda anayasal bazı değişiklikler oylanacaktır. İtalya’da yönetimi daha dinamik bir hale getirmeyi amaçlayan bu değişiklikler arasında Senato’nun gücünün sınırlandırılması ve bazı yetkilerin Temsilciler Meclisi’ne devir edilmesi bulunmaktadır. İtalya Başbakanı Matteo Renzi politik kaderini bu referanduma bağlamıştır. Renzi, kaybetmesi durumunda (referandumdan ne sonuç alınırsa alınsın insanların kararını uygulamak için görevde kalacağına söz veren David Cameron’dan farklı olarak) görevinden istifa edeceğini ilan etmiştir.
‘Hayır’ oyu çıkması ülkede 2017 yılında genel seçimler yapılmasına yol açacaktır. 2017 yılında Almanya, Fransa ve Hollanda gibi Avrupa Birliği’nin işleyişi üzerinde önemli bir yere sahip olan ülkelerde de genel seçimler yapılacaktır.
Renzi’nin planını eleştirenler, bu değişikliklerin hükümetin eline fazla güç vereceğine inanmaktadır. Eski Başbakan Silvio Berlusconi “Bizi doğrudan demokrasi dışına itecek” demiştir. Bazıları ise yeni planın Beş Yıldız Hareketi gibi AB karşıtı partilerin eline büyük bir koz verebileceği uyarısında bulunmaktadır (Beş Yıldız Hareketi de İtalya’nın AB’den ayrılması yönünde referandum yapacağını vaat etmişti). Başbanak Renzi ise bu reformların İtalya’daki yasama sürecinin sağlığı ve bankacılık sektöründeki kriz ile daha başarılı bir şekilde mücadele edebilmek açısından gerekli olduğunu savunmaktadır.