Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği ile yolunu ayırması kararına alkış tutan tek liderin Donald Trump olması, konu üzerinde söylenebilecek her şeyi özetlemektedir. Başbakan Theresa May’in topluluktan ayrılmaya yönelik planları gerek ülke içinden gerekse ülke dışından pek çok olumsuz tepki almıştır. May’in AB ile Britanya arasındaki mevcut anlaşmaların bazılarının (özellikle belirli sektörlerde) korunması isteği hoş karşılansa da, “topluluk üyeliği”nin sağladığı avantajlarla kıyaslamak mümkün değildir. Önce elinizdekileri terk edeceksiniz, ardından da geri dönüp bunların elde edebileceğiniz kadarını koparmaya çalışacaksınız. Durumu bu şekilde ifade ettiğinizde Britanya’nın yaptığı şeyin ne kadar gülünç olduğunu görebilirsiniz.
Avrupa Birliği liderleri Birleşik Krallık’ın planlarına açıklık kazandırmasından memnuniyet duyduklarını dile getirmiş ve ülkeyi seçiminden dolayı (bazı gazetelerin iddia ettiğinin aksine) cezalandırmayacaklarını vurgulamışlardır. Britanya’nın AB dışında kalarak şu anda sahip olduğu ayrıcalıklara erişmesinin mümkün olmadığı gün gibi ortadadır - görünüşe göre bu hayale inanan tek kişi Dışişleri Bakanı Boris Johnson’dur (kendisi daha önce bir pasta benzetmesi yapmış ve Birleşik Krallık’ın bu pastadan payına düşeni istediği gibi yiyebileceğini söylemişti).
Başbakan May, Britanya’nın -AB’nin şeytani pençesinden kurtulması ile birlikte- serbest ticaret anlaşmaları konusunda bir lider olacağı umudunu taşımaktadır. Bu tabi ki aşırı iyimser bir düşüncedir. Birleşik Krallık’ın “küresel lider” lider olabilmesi başbakanın ne düşündüğüne değil Dünya Ticaret Örgütü üyelerinin ne düşündüğüne bağlıdır. Kaldı ki İngiltere ekonomisinin can damarını hizmet sektörü oluşturmaktadır ve Dünya Ticaret Örgütü henüz bu yönde çok kapsamlı anlaşmalara sahip değildir.