Avrupa’nın en büyük adası olan Birleşik Krallık’ın büyük firmaları çekmek maksadıyla düşük vergiye sahip bir ekonomiye geçmesi fikri Britanyalıların büyük bir kısmına iğrenç gelmektedir. Fakat görünüşe göre İngiltere Başbakanı Theresa May, bunu oturduğu poker masasında kullanabileceği bir ara kart olarak görmektedir. Birleşik Krallık, Avrupalı ortaklarına yakın kalmak ve topluluğun kurallarına bağlı kalmadan şu anda (bir üye olarak) sahip olduğu avantajları korumak istemektedir. Avrupa Birliği, Britanya’nın ayrılmasını istemediğini belirtmekte fakat ülkenin aldığı karara saygı duyduklarını vurgulamaktadır. Topluluk, aynı zamanda, ülkeye istediği menüyü seçemeyeceğini de söylemektedir.
Avam Kamarası’nın onaylanan tasarıya henhangi bir ek şart koyamaması, Birleşik Karallık’ın makul bir anlaşma kopartamayacağı ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarını uygulamaya başlayacağı ihtimalini kuvvetlendirmektedir - bu durum ancak Lordlar Kamarası’nın tasarıyı yeni koşullar eklenmesi talebiyle Avam Kamarasına geri göndermesi durumunda değişebilir. Hükümet, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına geçilmesi halinde ekonomik modelin değiştirileceğini ifade etmiştir; vergiler azaltılacak ve denetimler gevşetilecektir.
İngiltere Merkez Bankası üyelerinden Sir Jon Cunliffe, bankacılık regülasyonlarının değiştirilmemesi konusunda (bunun küresel ekonomiye zarar vereceği) uyarıda bulunmaktadır. ABD Başkanı Donald Trump, kısa bir süre önce Küresel Finansal Kriz sonrasında hayata geçirilen Dodd Frank yasasında değişik yapmaya başlamıştır (Dodd-Frank yasası komplike yatırım araçlarının kullanımını yasaklamakta, likidite gereksinimini yükseltmekte ve bankaların kendi fonlarını kullanarak kendi çıkarları adına hisselere girmesi iznini ortadan kaldırmaktadır).
BBC’ye açıklamalarda bulunan Cunliffe, “Finansal krizden bu yana çok ciddi ilerlemeler kaydettik, finansal sektörün dayanıklığını artırdık; böylelikle sektör Avrupa yada ülkede sorun yaşanması halinde ekonomiye destek verebilecek bir yapı kazandı. Bu değişiklikler gerekliydi. Hiç kimse 2007 veya 2009 yıllarında yaşananlara benzer olayların tekrar etmesini istemez. Bu vakaların nelere mal olduğu ortadadır. Dayanıklı bir finansal sektöre sahip olmak ve uluslararası anlamda tutatlı bir regülasyan sağlayabilmek için küresel standartlara ihtiyacımız vardır. Yapılan reformlara ihtiyacımız vardı. Bu reformları korumamız önemli” demektedir.
İngiltere’nin finansal merkez olması özelliği, finans sektörünün ülke GSYH’sine %8 gibi bir oranda katkıda bulunmasına yol açmaktadır. Sir Jon yüksek standartların korunmasının çok kritik olduğunun altını çizmektedir:
“En yüksek kaliteye sahip regülasyonlar olması önemli - hem kuvvetli hem de uluslararası standatlarda. Britanya’nın başarılı bir finansal merkez olması için iyi bir denetim mekanizması ve bu mekanizmanın uygulanmasını sağlayacak kuvvetli bir organa gereksinim vardır. Vergileri azaltarak (krizlere davetiye çıkararak ve firmaların vergi yasalarındaki boşlukları kullanmasına yardım ederek) ulusal arenada başarı yakalamak mümkün değildir”.
Sir Jon’un görüşleri Başbakan Theresa May’in B planının başarı umutlarını suya düşürmektedir. May’in A planının başarısı ise topluluktaki diğer 27 üyenin ve tabi ki Avrupa dışındaki ülkelerin insafına bağlıdır.