Britanya’nın Avrupa Birliği’den ayrılması bir değişim anlamına gelmektedir ve bu değişimin özü detaylarda gizlidir. Birleşik Krallık’ın AB üyeliğinden ayrılıp ayrılmama konusundaki “basit” referandumu şu ana kadar politikacıları ve halkı ikiye bölmekten başka bir amaca hizmet etmemiştir. Yola topluluk içerisinde devam etmeyi destekleyenler, referandum sonucunun %48.1’e karşı %51.9 gibi çok az bir farkın (katılım oranı düşünülecek olursa, ülkedeki seçmelerin sadece %37 oyunu ile) bu denli büyük bir karar için yeterli olamayağını vurgulamakta ve ayrılıkçıların toplumu yanlış yönlendiren vaatlerine dikkat çemketedirler - kaldı ki, İskoçya ve Kuzey İrlanda topluluk içerisnde kalınması yönünde ok kullanmıştır. Topluluktan çıkılmasını destekleyenler ise neticede kendilerinin kazandığını söylemektedir (işin ilginç tarafı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi lideri Nigel Farage, referandumun ufak bir farkla AB yanlıları lehine sonuçlanması halinde bile tartışmanın sona ermeyeceğini söylemişti).
Kesin olan bir şey var ki, o da Britanya’nın herşeyden önce, AB’den ayrılması için gerekli iki yıllık sürenin geri sayımını başlatacak 50nci maddenin henüz yürürlüğe konulmadığıdır. Bu maddenin uygulanacağı ilan edildikten sonra geri dönüş yoktur. Prensipte bu süreç sadece Birleşik Krallık’ın bloktan ayrılması için gerekli işlemleri içerecektir ve geleceğe yönelik ilişkilerin planlanması ancak ülke tamamen ayrıldıktan sonra gerçekleştirilebilir. Süreç sonrasında 27 üye ülkenin Britanya’nın ortak pazara erişimini engellemesi olasıdır; neticede onlar da kendi ulusal çıkarlarını düşünerek karar vereceklerdir (topluluk haricinde kalacak Birleşik Krallık’ın topluluk içerisinde hiçbir hakkı kalmayacaktır).
Bratislava’da gerçekleştirilen gayri resmi bir toplantı ertesinde Visegrad grubu (Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeri ve Polonya) tarafından yapılan açıklamada, vatandaşlarının İngiltere’de yaşamasına ve çalışmasına imkan tanımayan her türlü anlaşmayı veto edeceklerini ilan etmişlerdir.
İngilrete Başbakanı May, bu açıklamaya verdi cevapta işleri biraz küçümser tavır sergilemektedir: “27 üye ülke bizimle anlaşma imzalayacak. Onlarla pazarlık yapacağız. Ve … Birleşik Krallık için arzuladıklarımızda hırslı olacağız. Britanya için iyi bir anlaşma topluluğun diğer ülkeleri için de iyi bir anlaşma olacaktır çünkü ben iyi ticaret ilişkilerine inanıyorum ve İngiltere’nin serbest ticarette küresel lider olmasını istediğimi söylemiştim”. Bu çok iyi fakat Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu liderlerinin düşüncesi İngiltere’nin AB vatandaşlarına dolanım serbestisi tanınmaması durumunda ortak pazara erişim sağlayamayacağı yönünde.
Başbakan May’in ABD bankalarının (ülke Avrupa Topluluğu’ndan ayrıldıktan sonra da) AB içerisindeki faaliyetlerini İngiltere’den yönetmelerini sağlamaya çalışacağı duymları galmektedir. Öte yandan, İngiltere’nin gruptan ayrılması ve küresel finans merkezi olması özelliğini kaybetmesi en çok Fransa ve Almanya’nın işine yarayacaktır. Fransa veya Almanya’nın İngiltere’nin ortak pazara erişimini engellemeyi seçmesi durumunda Birleşik Krallık’ın “kontrolü eline almak” için yapabileceği hiç bir şey yoktur.